18 Haziran 2010 Cuma

Ergenekon Efsanesi

Ergenekon Efsanesi

Ergenekon Efsanesi, halen görülmekte olan bir davaya isim babalığı yaparak güncel siyasetimizin tam ortasına oturdu. Üzerine yüzlerce yazı yazıldı, yorum yapıldı. Ama hiç aklımıza gelip de soramadık kendimize, “neyin nesidir bu Ergenekon” diye. Efsaneyi, ortaokul, lise çağlarımızdan itibaren, sadece genel çizgileriyle bilirdik. Şimdi, güncelin içinde galiba o genel bilgiyi de unuttuk; efsane efsaneliğini yitiriverdi.

Bu yazıda Ergenekon Efsanesinin kendisini anlatmak istiyorum. Bu yolla, onun güncelle olan bağlantısını kurabilir, ya da kimbilir, belki kesebiliriz.

Lise kitaplarımızdan öğrendiğimiz Ergenekon Efsanesi özetle şudur:

Türklerin düşmanları çoktur, bir gün düşmanlar hile ile Türklerin çadırlarına baskın yapıp büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri kul edinip herkes birin alıp gittiler. Göktürk Hanı İl Han’ın oğlu Kayan ile yeğeni Tukuz kurtuldular. Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman, iyisi odur ki, dağların içinde insan yolu düşmez bir yer (bulup) oturalım dediler. Vardıkları yere Ergenekon adını verdiler. Burada çoğaldılar. Dörtyüz yıl sonra oraya sığamaz oldular. Ama çıkış yolunu bulamadılar. O zaman bir demirci onlara dağda demir madeni olduğunu, demiri eritirlerse kendilerine bir çıkış yolu açılabileceğini anlattı. Demiri ateşleyip körüklediler, erittiler ve dışarı çıktılar. Börte Çene’nin liderliğinde eski düşmanlarıyla savaştılar ve atalarının öcünü aldılar. (Bir komisyon tarafından yazılmış olan lise ders kitabı, Türk Dili ve Edebiyatı, Edebiyat 2, Milli Eğitim Bakanlığı , İst., 1999, sh. 26)

Tarihçi Yılmaz Öztuna da efsaneyi böyle anlatıyor. Ancak Kayan adını Kayı, Tukuz adını Dokuz Oğuz olarak anıyor. (Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, 1. Cilt, Hayat Kitapları, 1963, sh. 173) Meydan Larousse ve Ana Britannica’da verilen bilgiler de bu çerçevenin dışına çıkmıyor.

Bu yazıyı yazmazdan önce hem kendi kuşağımın insanlarına, hem de ulaşabildiğim gençlere Ergenekon Efsanesi hakkındaki bilgilerini sordum. Gençler genellikle yukarıda verdiğim bilgiyi aktardı; fakat yaşları ilerlemiş olanlar, ayrıca dişi bir kurttan da söz ediyor ve Ergenekon’dan çıkış konusunda onun önderlik etmiş olduğunu anımsadıklarını söylüyorlardı.

Fazla ilerlemeden şunu söylememiz gerek: Efsaneler mutlak gerçeği yansıtmazlar; sanal bir tarih yaratır ve fakat o tarihi edebi bir tür içinden verirler. Hatta, efsane kahramanları da çoğu kez gerçek birer tarihi kişilik olmayabilir. Örneğin Oğuz Kağan’ın tarihi kişiliği hakkında kesin bilgimiz yoktur. Oğuz, bazı metinlerde Mete Han’a bağlanır, fakat bu adın genellikle bir boy adı olduğu kabul edilir. Bu saptamalar, bir toplumun, ırkın, milletin kendisini var etmek için kurguladığı kuruluş efsaneleri için özellikle geçerlidir. Efsaneler zaman içinde somut olaylarla buluşup destan haline de gelebilirler. Yani, efsaneler belli bir tarih dilimi içinde yaratılıp son hallerini alıvermez, kendilerini yeniden yeniden üretip, zamanın tümünü kapsarlar. Ergenekon Efsanesi de öyle oluşmuş, zaman içinde içerik, hatta nitelik değiştirerek destansı bir hava kazanmıştır.

Yine de konuyu biraz derinleştirmemizde yarar var. Bugünkü bilgilerimizin ham bilgiler olduğunu görüyoruz. Ergenekon Efsanesinin tek boyutlu bir efsane olmadığı, Türklerin Kurttan Türeyiş Efsanesi ile bir bütün oluşturduğu anlaşılıyor. Efsane, bizim İslamiyet öncesi kültürümüze dayanıyor. İlk anlatımı bulmak için Çin kaynaklarına kadar gitmeliyiz.

Çin kaynaklarında anlatılan efsane şu: Hunlar komşu kavimler tarafından yok edildi. Sağ kalan on yaşındaki bir çocuğu da kollarını ve ayaklarını kesip bir bataklığa attılar. Dişi bir kurt onu sahiplendi, doyurdu ve dağların kuşattığı bir bölgeye kaçırdı. Çocuk büyüyüp serpildi ve kurttan on erkek çocukları oldu. Çocuklar büyüdü, kız alıp evlendiler, giderek çoğaldılar ve etrafı dağlarla çevrili bölgeye sığamaz oldular. Onları, bu kapalı alanın dışına, dağları eriterek yol açan bir demirci çıkardı. Sonra eski düşmanlarını yenip bölgeye egemen oldular. (Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, MEB Yayını, İst., 1993, sh. 35-36)

Efsane Uygurlarda da devam ediyor. Fakat bu kez kurt dişi değil erkektir. “Büyük bir Hakan varmış, çok sevdiği üç güzel kızı varmış. Kızlarını insanoğluna değil Tanrıya layık görürmüş. Kızlarını alıp yüce bir dağa götürmüş, burada Tanrıyı bekleyin demiş. Dağın yamaçlarına bir erkek kurt gelmiş, küçük kız onu görünce kanında bir sevgi, bir aşk kaynamış; “Tanrı budur” deyip kurtun yanına gitmiş; birlikte olmuş, birlikte yaşamışlar; soylar türetmişler, soyları ün salmış.”

Bahaeddin Ögel, Göktürk ve Uygur efsaneleri arasındaki dişi kurt- erkek kurt farkını, ana-ata, baba-ata kültürü ile açıklıyor ve Uygur anlatımının daha eski bir kültüre ait olması gerektiğini söylüyor. Çünkü, ona göre, eski Türk mitolojosindeki ana ailesi, Göktürk çağında yerini baba ailesi düzenine bırakmış idi. (Ögel, a.g.e., sh. 22, 32)

Burada bir çelişki sezebiliriz. Ana kültürü tam da Göktürk’lerle mi yerini baba kültürüne bırakıvermiştir? Üstelik Göktürk’lerle Uygurlar arasında uzun bir zaman dilimi yoktur. Hatta Uygurlar, Göktürk Devletini yıkıp, müstakil bir siyasi birlik olarak Göktürk’lerden sonraya kalmıştır. O zaman, Uygurlar niye birdenbire ana kültürüne geri döndüler? Bilemiyoruz, sorgulanmalıdır...

Ama, öyle anlaşılıyor ki, kurt’un Türk mitolojisinde özel bir yeri vardı. Kurt, eski Türkçede böri (börü, börte) olarak anılmaktadır ve Orhun Yazıtlarında, Uygurca belgelerde, Divan-ü Lügat-it Türk’te ve Oğuz Destanında sıkça anılmaktadır. Göktürk hükümdar sülalesi olan Aşına (Asena=kurt) ailesinin atası bir dişi kurt idi. Çin kaynaklarında Türk olmayan kavimleri belirtmek için “kurttan türeyenlerden değildir” açıklaması yapılıyordu. (İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayını, İst., 2006, sh. 330-332)

Türeyiş efsanemiz yaygın bir efsanedir. Bu inanç bugün dahi Altay Dağlarında yaşayan bazı kavimlerde, hatta Kamçatka Yarımadasına kadar uzanan bir bölgede devam etmektedir. Attila’nın Avrupa’ya gelişi ile, özellikle Cermenlerde de kurt motifleri görülmüştü. Bilindiği gibi, eski Roma mitolojisinde de bir dişi kurt motifi vardır. (Romus-Romulus.) Ögel Türklerin türeyiş efsanesi ile bu Roma efsanesini kesin çizgilerle birbirlerinden ayırıyor. (Ögel. a.g.e., sh. 27-28) Kafesoğlu ise, bu motifin Ortaasya menşeli olduğu, Etrüskler aracılığıyla Avrupa’ya intikal ettiği görüşündedir. (Kafesoğlu, a.g.e. sh 332)

Efsaneyi Moğolların da benimsediği anlaşılıyor. Jean-Paul Roux’nun anlattığına göre, Cengiz Han (1155-1227) atalarını Börte Çene’ye, yani Bozkurt’a dayandırmaktadır. Gerçi Roux, ona “mavi kurt” diyor. (Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayını, 3. Basım, İst., 2007, sh. 273) Çevirinin yanlış olduğu ileri sürülebilir. Çünkü, kurtun mavi olmasından ziyade boz olması akla daha yakın görünüyor. Efsanede anılan kurtun eski Türkçedeki adı Kök-Böri’dir. Kök sözcüğü bugünkü Türkçemize (gök=boz) olarak çevrilebileceği gibi doğrudan Gök (yüzü) olarak da çevrilebilir. Çünkü Gök, Gök Tanrıya yollama yapmaktadır ki, efsane açısından bu nokta dikkate değer sayılmalıdır. Kuruluş efsanelerinde Tanrısal bağ önemlidir ve efsanedeki kurt artık bildiğimiz kurt değil, yol gösteren, rehberlik eden soyut bir varlıktır. İlk ata’yı temsil etmektedir.

Türeyiş efsanesi ile Ergenekon Efsanesi arasındaki ilişki bu noktada önem kazanıyor. Bir anlamda, günümüze yansımış olan Ergenekon Efsanesi, aslında Türeyiş Efsanesinin sadece bir ayrıntısı olarak kalıyor.

Nitekim, tarihçilerimiz, Ergenekon Efsanesinin günümüze yansımış olan şekline eleştirel bir gözle bakıyorlar. Bahaeddin Ögel’e göre, Cengiz Han çağında görülen Ergenekon Efsanesi, Göktürklerin türeyiş efsanesinin dejenere edilmiş şeklinden başka birşey değildi . (Ögel, a.g.e., sh. 37) Bu saptamaya, değişik bir ifade ile, Kafesoğlu da katılıyor. Ergenekon Efsanesi Türk edebiyatına Moğollar zamanında tesbit edilen şekliyle intikal etmiştir ve Moğol tarihçisi Reşid-üd- din tarafından Moğollaştırılmış Göktürk Bozkurt Destanından başka birşey değildir.(Kafesoğlu, aynı yerde)

Reşid-üd-Din 1248 Hemedan doğumludur. Babası Musevidir. Muhtemelen, İlhanlı Hükümdarı Olcaytu’nun iktidarı döneminde (1304-1316) islamiyeti kabul edip onun veziri olmuştur. Bugünkü Ergenekon Efsanemiz onun yazdığı ve aslı Moğolca olan Cami-üd-Tevarih adlı esere dayanıyor ki içinde ayrıca Oğuz Destanımız da anlatılmaktadır. (Ayrıca bkz. İslam Ansiklopedisi, Reşid-üd-din Md.)

Özetle, yaratılışı Göktürklere, hatta Hunlara kadar giden, kendisine Çin ve Moğol kaynaklarında da yer bulan, Asya ve Avrupa mitolojilerini de etkileyen Ergenekon Efsanemiz, günümüze epey içerik ve nitelik değiştirerek ulaşmıştır.

Yatıp kalkıp Ergenekon konuştuğumuz şu günlerde belki bu yazı da gündeme bir katkı olur.

1 yorum:

Doğan Pazarcıklı dedi ki...

Bu kutu nasıl çalışıyor?