12 Haziran 2010 Cumartesi

Havada Uçuşan Kavramlar

Havada Uçuşan Kavramlar


Öncelikli sorunumuzun kavramlar üzerindeki kargaşadan kaynaklandığını düşünüyorum.

Aynı anlayış çerçevesinde buluşmaları çok doğal sayılabilecek dost tartışmalarına tanık oldukça farkettiğim bir durum bu. Aynı görüşü, tezi savunuyorlar, fakat kullandıkları kavramlar bir diğerinin beyninde değişik algılamalar yaratıyor. O nedenle tartışmalar bir türlü bitmiyor.

Büyük bir ihtimalle, ben de kendi dostlarımı, aynı kavramlar kargaşası nedeniyle anlayamıyorum ve böylesi kestirmeden bir yargıya varıveriyorum. Bilinemez...

Kitabıma ad olarak seçtiğim Türk Devlet İdeolojisi deyimini Devlet Anlayışımız, Devlet Geleneğimiz, Yönetim Anlayışımız, Hayat Görüşümüz gibi deyimlerle de karşılayabilirdim. Devlet sözcüğü yerine siyaset sözcüğünü kullanabilir, anlayışımız yerine kültürümüz diyebilirdim. Aynı olgunun değişik ifade biçimleri imiş gibi görünen bu farklı deyimler dahi konunun ne kadar karmaşık ve yeni sorulara/sorunlara gebe olduğunu gösteriyor.

Devlet nedir? Siyaset, yönetim nedir? Milli hakimiyet, ulusal egemenlik aynı içeriğe mi sahipler? Atatürkçülük ile kemalizm, milliyetçilik ile ulusalcılık özdeş kavramlar mıdır? Milli İrade meclis çoğunluğunun iradesi midir; öyle ise, azınlığın iradesi gayrımilli mi sayılmalıdır? Meşruiyet kavramı ile bu öncekiler ne zaman, nasıl, nerede buluşur? Bu kavramlar “Türk” parantezine alınabilir mi? Hükümet kuran bir siyasi grup hükmetme yetkisini gerçekten kazanmış olur mu? Siyaseten hükmeden kişi-grup iktidar da olmuş, yani artık muktedir sayılabilir mi? Muktedir ise neye, kime/kimlere yöneliktir o kişi ya da grubun bu niteliği?

Garplılaşma, batılılaşma, modernleşme, muasır medeniyet, çağdaş uygarlık kavramları aynı içeriğe mi sahipler? Millet, ümmet, ulus, halk... yurt, yurttaş, vatan, vatandaş?..

Hürriyet, özgürlük, bağımsızlık, serbesti... istiklal... istiklal-i tam kavramları arasındaki bağlantı sadece dile ilişkin bir bağlantı mıdır?

1919-1923 dönemini Kurtuluş Savaşı olarak mı, yoksa İstiklal Savaşı olarak mı anmalıyız? Ya da Milli Mücadele mi demeliyiz? Bu deyimlerin referansları arasında birebir uyum var mıdır?

Aynı tarihsel olayı, ihtilal, inkılap, devrim, darbe gibi -eşanlamlı imiş gibi görünen- sözcüklerle ifade eden değişik kişilerin o olayı, ortak bir yoruma varacak biçimde değerlendirmeleri mümkün müdür?

Türkçü, turancı, ırkçı, şoven, milliyetçi, ulusalcı, ittihatçı, kuvvacı, jakoben, Atatürkçü, kemalist, laik, laikçi... Solcu, sağcı, merkez sağcı, merkez solcu... İlerici, devrimci, inkılapçı, ihtilalci... Demokrat, liberal, sol liberal, sağ liberal, cumhuriyetçi, ikinci cumhuriyetçi... Muhafazakar, tutucu, mutaassıp, mütedeyyin, dinci, islamcı, şeriatçı, gerici, mürteci...

Bu kavramlardan/nitelemelerden bir kısmının, zaman içinde isim değiştirmekle birlikte, benzer anlamlar taşıyacak biçimde kullanıldığı doğrudur. Fakat önemli bir kısmının, aynı anlamı ifade ediyor gibi görünmesine rağmen, yine zaman içinde, değişik bir içerik ve anlam kazandığı da doğru görünüyor. Daha ilginci, aynı zaman dilimi içinde bile değişik içerik ve anlamlarla algılanır olabiliyorlar. Kimin/hangi grubun, ne zaman, hangi olay/lar karşısında, hangi gerekçelerle, hangi kavramı hangi anlamda kullandığını anlamak artık gerçekten mümkün değilse bile çok güçleşmiştir.

Kavramlar, içleri genel kabul görecek biçimde doldurulmadığı sürece her siyasi anlayışa hizmet edebiliyor.

19. yüzyılın ilk yarısında Reşit Paşa cumhuriyetçi olmakla suçlanabiliyordu. Serasker Damat Sait Paşa sultana giderek bu adam ilan-ı cumhuriyet edecek, saltanatın elden gidiyor diyebiliyordu. Mithat Paşa, cumhuriyetin ilanını planlamakla suçlanabiliyordu. 2. Abdülhamid’in Hatıra Defterinde benzer yorumlar var. Abdülhamid, Mithat Paşa’nın hanedanı devirmek ve yerine kendisi geçmek fikrinde olduğunu yazıyor ve bir akşam Al-i Osman’ın yerine Al-i Mithat gelse ne lazım gelir dediğini anlatıyor. Bernard Lewis, bu tür nitelemelerin bugünkü anlamıyla bir cumhuriyeti içermesinin muhtemel olmadığını, anayasal bir monarşi kastedilmiş olabileceğini söylüyor. Bu yorum inandırıcıdır. Çünkü, 1924 yılına kadar saltanatın ilgasına ilişkin ciddi bir fikir akımı göremiyoruz. Birkaç aydının kafasında ise, dile getirilmesi henüz erken ve tehlikeli bir özlemdir. Ağırlıklı siyasi fikir akımları, saltanatın, meşruti bir monarşi kurularak ihyasına, yani “devletin ihyasına” yöneliktir. Demek oluyor ki, cumhuriyetin ilanı öncesinde, öncelikli niyetleri devleti kurtarmak olan kişiler cumhuriyetçi olmakla suçlanabiliyordu.

Oysa bugün biliyoruz ki, cumhuriyet kavramı içi doldurulmadığı sürece fazla bir anlam taşımıyor. İngiltere’de cumhuriyet yok, ama İran’da var...

Hürriyet sözcüğünün de benzer bir macerası var: Hurriya, Arapçada köle olmayanları anlatan bir kavramdı. Bugünkü anlamına yakınlık kurulabilir, fakat o dönemde siyasi bir içeriği yoktu. Ama, bugün hürriyet karşılığı olarak kullandığımız özgürlük ile 1930’ların serbesti kavramları herhalde birebir aynı anlama gelmiyordu. Hatta, bugün için, hürriyet kavramının özgürlük kavramından farklı bir içerik kazandığını da ileri sürebiliriz. Hürriyeti siyasi bir içerikle, özgürlük kavramını ise siyaset dışı bir açıdan bakarak kişi hak ve özgürlükleri içeriğiyle yorumlayabiliriz. İstiklal kavramı için de geçerli bu tür kavramlar kayması. Örneğin Osmanlı yönetiminde taşraya gönderilen vali ve paşalara verilen geniş yetkilere istiklal vermek deniyordu.

Çoğu kez, belli sözcüklerle ifade edilen kavramları algılama açısından yönetilenlerle yönetenler arasında da farklılıklar olabiliyor. Örneğin, millet ve vatan sözcükleri 19. yüzyıl boyunca yeni içerikler kazandıkları gibi halkın anlayışıyla resmi kullanımın her zaman aynı olamayacağı gerçeğinden hareketle belli bir belirsizliği de taşıyorlardı.

Öteki dillerde bunca geniş bir “siyaset dili yelpazesi” olduğunu sanmıyorum. Ne var ki, bu genişliğin, bizi, sadece siyasal yaşamımızda değil, güncel yaşantımızda da ciddi surette “birbirlerini anlamaz insanlar” konumuna düşürdüğünü sanıyorum.

Kavramlar arasındaki karmaşanın dilimizin yetersizliği ile açıklanması mümkündür. Bu görüşe katılmıyorum. Bugünkü karmaşanın büyük ölçüde “bililtizam” (bilerek, kasten) yaratıldığı kanısındayım. İleride açıklamaya çalışacağım gibi, kavramlar karmaşası, bir ideolojik yönlendirme ile oluşmaktadır.

Hiç yorum yok: